Dünyada doktorlar yaşam sona ererken uygulanan tedaviyi kendisine istemiyor

Yeni bir küresel anket, hekimlerin ezici çoğunluğunun yaşamlarının son döneminde CPR ve solunum cihazı gibi agresif tedavileri reddettiğini, ancak bu müdahalelerin hastalara uygulanmaya devam ettiğini ortaya koyuyor. Peki bu derin çelişkinin ardında ne yatıyor? Uzmanlar, tıbbın en büyük ikilemlerinden birini masaya yatırdı.

medscape.com haberine göre, Hiç düşündünüz mü, sizi hayata bağlamak için her yolu deneyen doktorunuz, aynı ölümcül hastalıkla yüzleşse kendisi için ne isterdi? Cevap, tıp dünyasının en temel pratiklerinden birini sorgulatan cinsten. Beş ülkeden 1157 doktorun katıldığı yeni ve kapsamlı bir anket, hekimlerin kendi yaşam sonu tercihleriyle hastalarına sundukları tedaviler arasında dev bir uçurum olduğunu gözler önüne serdi.

Brüksel ve Gent Üniversiteleri liderliğinde yürütülen araştırmaya göre, doktorların neredeyse tamamı, ileri evre bir kanserle veya Alzheimer hastalığıyla karşılaştıklarında kendileri için konforu ve acının dindirilmesini tercih ediyor.

Sonuçlar çarpıcı:

  • %95’ten fazlası: Kalp masajı (CPR), solunum cihazına bağlanma veya tüple beslenme gibi agresif, yaşamı uzatan tedavileri reddediyor.

  • %90’dan fazlası: Sadece semptomları ve ağrıyı hafifletecek ilaçları tercih ediyor.

  • Yaklaşık yarısı (%50-54): Destekli ölümü (ötanazi) “iyi bir seçenek” olarak değerlendiriyor. Bu oran, ötanazinin yasal olduğu Belçika’da %80’lere kadar çıkıyor.

Tıbbın En Büyük Çelişkisi: “Bana Yapmayın Ama Hastama Evet”

Anketin ortaya koyduğu en sarsıcı gerçek ise bu. Doktorlar, kendileri için “hayır” dedikleri bu acı verici ve çoğu zaman sonuçsuz tedavileri, her gün hastalarına uygulamaya devam ediyor.

Peki neden?

Torino Üniversitesi’nden psikolog ve öğretim üyesi Andrea Bovero, bu durumu “kişisel anlayış ile mesleki yükümlülük arasındaki derin bir çatışma” olarak tanımlıyor. Bovero’ya göre sebepler çok katmanlı:

  1. “Hastalıkla Savaş” Zihniyeti: Tıp eğitimi, müdahaleyi ve “sonuna kadar savaşmayı” ödüllendiriyor. Geri çekilmek, bir başarısızlık gibi algılanabiliyor.

  2. Aile Baskısı: Doktorlar, “mümkün olan her şeyin yapılması”nı isteyen hasta yakınlarının yoğun baskısıyla karşılaşıyor.

  3. Dava Korkusu: “Bir şey yapmamak, bir şeyler yapmaktan daha riskli” düşüncesi, hekimleri “savunmacı tıbba” itiyor. Tedavi uygulamamak, ihmalkârlıkla suçlanma korkusunu beraberinde getiriyor.

Ölüm Bir Başarısızlık mıdır?

Bovero’ya göre sorunun kökeninde, Batı toplumlarının ölüme bakışı yatıyor. “Birçok Batı toplumunda ölüm, tıpta bile hâlâ bir başarısızlık olarak görülüyor.” Bu zihniyet, ölüm hakkında dürüst konuşmalardan kaçınmaya ve hayatı anlamsızca uzatan tedavilere sığınmaya yol açıyor.

Çözüm: İyileştirmek Değil, İyi Bakım Sunmak

Uzmanlar, bu ikilemin çözümünün daha insancıl bir yaklaşımda yattığını vurguluyor. İyi bakımın her zaman “iyileştirici tedavi” anlamına gelmediğini, çoğu zaman hastanın yaşam kalitesine odaklanmak olduğunu belirtiyorlar.

Bunun için gerekenler ise basit ama bir o kadar da zor:

  • Dürüst İletişim: Doktorların hastalarıyla ve aileleriyle tedavinin sınırları, hastanın korkuları, değerleri ve istekleri hakkında açıkça konuşması.

  • Empati ve Dinleme: Teknik çözümlerin önüne empatiyi koymak ve hastanın ne istediğini gerçekten anlamak için zaman ayırmak.

  • Yeni Bir Kültürel Model: Ölümü bir başarısızlık olarak görmekten vazgeçip, yaşamın doğal bir parçası olarak onurlu bir şekilde karşılamayı merkeze alan bir tıp anlayışı.

Bu araştırma, doktorların hastalarıyla sadece tıbbi bir ilişki değil, aynı zamanda “kişisel anlam ve varoluşsal öncelikler” etrafında bir bağ kurduğunda, bakımın gerçekten kişiselleşmiş ve onurlu bir hale gelebileceğini güçlü bir şekilde hatırlatıyor.

(Visited 18 times, 1 visits today)